HOŞ GELDİN DEUTSCHE MARK
Engin Civan - İnsanların, koşullanmış alışkanlıklarından vazgeçmeleri zor. Fransa ve Yunanistan’da siyasetçiler bir kere daha bunu öğrendiler. İyi niyetle, Avrupa’da savaşları bitirmek için kurulan ve yeşertilen AB çatırdıyor.
Bazı değerli beyinler konuyu ekonomik kriz olarak ele alıyor. Konu kriz olunca tartışma standart kalıplar içinde kalıyor.
Fransa’da yeni seçilen başkan büyümeye yönelik programlar mı uygulasın yoksa Alman usulü mali disiplin ve anti enflasyonist politikalar mı uygulansın şeklinde ucu açık tartışmalar yaratılıyor.
Bence bu tür tartışmalar sadece gerçeklerden uzak değil aynı zamanda zaman kaybı. Bugün Avrupa’da yaşanan olaylara kriz denilmesi sadece naiflik olur.
Avrupa’da yaşananların bir çok yönü var. Yaşanan olayların tarihsel açmazlara, ulus devletin tanımına, kapitalizmin geleceğine ( dolayısıyla sosyal devletin sınırlarına), sermaye-emek çatışmasına ve yeryüzü-insanoğlu ilişkisine kadar uzanan bir çok nedeni bulunmakta.
Bu sorunların bazıları 19.yüzyılda da vardı. Ancak Birinci ve İkinci Dünya savaşları bu sorunların çözümünü erteledi. Şimdi çözümün içine teknoloji ve yeni medya, çevre ve enerji gibi yeni değişkenlerde girince çözüm bir o kadar zorlaştı.
Haylaz Öğrenciden Başlarsak:
Komşumuz Yunanistan. AB sınıfının bıdılık ve afacan öğrencisi. Geçmişte ‘ Küçük Devlet Açmazı’ analizimde detaylı ele aldım, biraz daha konuya gireceğim.
Yunanistan küçük bir ulus devlet. Nüfusu belli, ürettiği belli buna karşılık büyük hayalleri var. Akdeniz kültürüyle yoğrulmuş ‘benim neyim eksik’ mantalitesini taşıyan yurttaşlarıyla yarattığı sosyal devlet AB’den gelen yardımlar bitince duvara tosladı. Basit ve küçük bir örnek verelim. Atina belediyesinde bahçıvan olarak çalışan vatandaşın aylık maaşı 3 bin Avro ve 50 yaşında tam maaşla emekli olmakta.
Komşuda seçim sonuçları tamamen dağılmış bir siyasi tablo göstermekte. Irkçı partiler ve faşistler parlamentoya girmiş (ekonomi kötüleşince göçmenler günah keçisi), sol partiler istikrar programını rafa kaldırmak istiyor (ideoloji her türlü çözümün üzerinde) Kısacası yeni bir erken seçim ve istikrarsızlık komşunun falında çıkmakta.
Başkanlık Sistemi Parantezi:
Bugünlerde tartışması başladı.Bütün bu sonuçları sadece seçim sistemine bağlamak ve Başkanlık sistemini savunmak için kullanmak haksızlık olur. Hatırlatayım, İkinci Dünya savaşının hemen ardından Yunanistan’da ciddi bir iç savaş yaşandı. Komünistlerle sağcılar arasında geçen çatışmalar sonucu Yunanistan’ın Sovyetlere katılması direkten döndü. Sanırım Amerika bir ayak oyunuyla Yunanistan ve Türkiye’yi NATO üyesi yaparak Rusları beklenmedik bir anda tuş etti. ( 6.Filo ya hayır kampanyalarında Sovyetlerin rövanşı alma motivasyonu oldukça etkilidir). Yunanistan’da bazı eski hesaplar hala açık.
Seçim sistemlerinden önce toplumların tarihi gelişimlerine ve o gelişimle gelen kurumlara da bakmak gerekiyor. Türkiye gibi padişahlık ve tek adamlıktan gelen toplumlarda, günümüzde Kemalistlerin de hala özlemini çektiği ‘Atatürk hayatta olsaydı’ nostaljisi, hep bu ‘tek adam = kesin çözüm’ kültürünün uzantısıdır.
Bu bağlamda, konu güncel olduğu için bir paragraf açtım, belki Türkiye için başkanlık sistemi daha yatkın olabilir ama Yunanistan’ın tarihi koşulları çok farklı. Biz Türkiye olarak örnek arıyorsak Çarlık Rusya’sı ve yeni Çar Putin’e bakalım.
Fransız Kalmayalım:
Fransa’da kemer sıkma koşullarını reddeden sosyalistler yeni başkanı seçti. Çalışanların haklarından taviz yok, bürokrat vesayetine devam gelsin sosyal devletin nimetleri. Sonunda Fransa’da bir Akdeniz ülkesi ve üretmeden tüketmeye alışmış bir toplum. Eski bir İmparatorluk olmanın verdiği sermaye ve kültür birikimiyle dünya nüfusunun yüzde birini oluşturan bir devlet olarak dünyanın rantını yemiş bir toplum. Fransa’nın Yunanistan gibi büyük hayalleri olan küçük devlet olma açmazı yok. Günümüz dünyasında Fransa büyük devlet. Fransa’nın sıkıntısı, dış politikada ABD ve Çin gibi yeterince büyük olmamasından, fakat büyük oynamak arzusundan, kaynaklanmakta. Fransızların iç politikada sıkıntısı ise AB içinde büyük ortakları Almanya kadar üretken olmamalarından ve yaşam tarzlarından taviz vermemekten kaynaklanmakta.
Sonuç böyle olunca Fransızlar giderek daha az üreten yani küçülen bir büyük devlet konumunda olmaya mahkumlar.
AB’de Ne Olur?
Avrupa barışı tarihsel olarak Franco-German ekseninde oluşmuştur. Bu nedenle kimse bu eksenin kaymasını istemez. Ancak görünen o ki, Hitler’in öngördüğü ‘Lebensraum’ yani Almanya’nın yaşam alanı adım adım gerçekleşmekte. ( Öngörüşünün doğru olması Hitler’in yaptıkları affettirmez ayrı konu).
Ortaya iki Avrupa çıkması bana doğal gelişim gibi gelmekte. Birincisi Fransa, İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın üyesi olduğu AkdenizAvrupa’sı. İkincisi Almanya, Hollanda, Avusturya,Çekler ve Polonya’nın üyesi olduğu ‘Biracılar’ Avrupa’sı.
Avro’ya gelince. İlk günden beri söylediğim arkasında siyasi irade olmayan ‘monopoli’ parası olarak aslında ölü doğmuş bir birimdi. ( Şimdi sizi iktisat teknik deyimleriyle boğmayayım, zaten optimum para alanı teorisine aykırı bir paradır)
Bugün bildiğimiz Avro gelecekte hayatta olmayacak. Biracılar Avrupa’sında eski Alman Markının yerini alacak bir para birimi olacak.
Akdeniz Avrupa’sında güneş ve deniz renklerinin hâkim olduğu yeni bir para çıkacak. Yalnız bu para daha çok alış-veriş fonksiyonunu gören bir para olacak. Bizim konvertibilite öncesi rahmetli Lira gibi fazla’ kıymeti harbiyesi’ olan bir para olmayacak.
Ya Türkiye?
Türkiye’ye Avrupa’da yaşananlardan çıkacak ders çok. Birincisi AB en büyük pazarımız olduğu için kısa vadede ekonomik sıkıntılar yaşanacak. Yeni pazar yaratmak önem kazanacak. İkincisi Avro değer kaybedecek.
Uzun vadede Türkiye’nin ‘Biracılar’ Avrupa’sında ne kadar yeri olduğu ciddi şekilde tartışılması gereken bir konu olacak. Türkiye’nin bölgesel arayışlar içinde olması alternatifi daha öne çıkacak. Eğer bölgesel arayışlar öne çıkarsa Başkanlık sistemi politik sistem olarak avantajlı olacak.